19 Şubat 2014 Çarşamba

KOLCU İBİL AĞA VE DURSUN TEYZE

                      


                    İbil Ağa, 1800’lü yıllarda, Alanya’dan Gülnar’ın ilçe merkezi Gilindire’ye develerle mal getirip götüren tüccar Göğ Ese’nin oğludur ve Gilindire’de kolculuk yapmaktadır. Bir başka deyişle deniz kıyısındaki yalaklarda oluşan tuzu toplatmamakla görevlidir.
               Kolcu lakaplı İbil Ağa, üç kez evlenmiş. Son karısını da kaybetmiş,  sonbahar rüzgârında savrulmak üzereyken, bir çocuklu, dul Dursun Kadınla yolu kesişir. Serik Bahşişlerinden Mehmet Ağanın kızı Dursun Kadın girer bu kez de yaşamına.
                  Yörük ana Dursun Kadın, Serik Jandarma Karakolu’nda görevli bir rütbeliyle evlidir ve bir de oğlu vardır. Tayini çıkan komutan ev tutmak üzere kentten ayrılır. Gidiş o gidiş. Bir süre sonra Dursun Kadın, alır oğlunu yanına, düşer kocasının peşine. Ama rastlayamaz izine.  Nasıl olduysa kendini Gülnar’ın yeni ilçe merkezi olan Anaypazarı’nda bulur. Oğlu da artık on beş yaşlarına gelmiştir. Yeniyetme, anasını bu ilçede bırakarak çeker gider. O günden sonra Dursun Kadın, oğlundan hiç haber alamaz.
                 Genç Seriklinin, Tuzcu İbil’den nur topu gibi bir oğlu olur. Çocuğa iki dedenin adlarından oluşan “Memed Ese” adı verilir. Dursun Kadın’ın tek oğlu Mehmet İsa okuyup öğretmen olur. İsa Çevik olarak bilinen “Mehmed Ese”, Gilindire’nin ileri gelenlerinden Tevfik Yıldırım’ın kızı Gülseren ile evlenir.
                 Ben 1950’li yıllardan anımsarım Dursun Teyze’yi. Dörtayak Anıtmezar’ın hemen dibinde, iki katlı bir evde yalnız yaşardı. Anıt ile batısındaki dere arasına sıkışıp kalan küçücük bir patika, varır dayanırdı, derme çatma bir kapsaya. İşte oradan girilirdi biberiye ve haşhaş bulunan bahçesine. Evinin önünde, kenarında çok sayıda saksının dizili olduğu yüksekçe bir de tahtalığı vardı.
                Dursun Teyze bahçesine girilmesinden pek hoşlanmazdı. Oraya giren çocuklara çok kızar ve onları bazen taşla, bazen sopasıyla kovardı. Alt sekide koca koca badem ağaçları vardı. Şubat gelince, çiçeklere bürünür, mart içinde de iri iri çağlaların yüküyle yerlere kadar eğilirdi. Kütür kütür çağlalar. «Ye beni, ye,» der gibiydiler. Ama onları Dursun Teyze’ye yakalanmadan yemek bayağı zor olurdu.
                 Bir gün, ağaçlardan birine tırmandım. Tepesine varınca, dala oturmuş çağla devşiriyordum. Dursun Teyze beni görüp, ağacın altına gelmiş, bağırıyordu:
-İn aşağı, bacaksız!
           İnmeye başladım. Çok korkuyordum. Kanatlanıp uçuvermek istiyordum. Derken bastığım dal kırılıverdi ve sırtüstü düştüm. Çakılıp kaldım yere. Ağzım kocaman açılmış, sanki dilim boğazıma akmaya başlamıştı. Nefes almakta zorlanıyordum. Bir anda dünyam karardı.
                 Sopası elinde, sert bakışları üstümde, Dursun Teyze bağırıp duruyordu:
- Vurayım mı sopayı? Bir daha çıkacak mısın ağacıma?
            Ellerimi havaya kaldırmış, ona yalvaran gözlerle bakıyordum. Bir yandan da ölümle pençeleşiyordum. Soğuk bir ter boşandı ve ölüm bir hışımla sıyırıp geçti beni.
- Kalk ayağa, diyorum sana.
                 Zorlanarak kalktım. Sık sık nefes alıp veriyordum. Üstümü başımı silkeledim.
- Tövbe et. Bir daha yapmayacaksın değil mi?
- Valla billa, bir daha yapmam.
              Değneğini bir iki kez vurdu kıçıma. Ama acıtmadı.
-Bahçemde seni bir daha yakalarsam, bacaklarını kırarım, anladın mı?  Çabuk defol şuradan.
               İpinden boşanmış dana gibi koşmaya başladım…
           Aynı akşam, Dursun Teyze, yemek saatinde, titreyen elinde içi turşu dolu bir sahanla bize geldi. Sofraya davet edildi. O da otururdu. Yemekte göz göze geldik. «Babana söyleyeyim mi» dercesine bakıyordu. Söylerse, babam kemiklerimi kırardı. Yemek süresince diken üstünde oturup durdum. Babam camiye gitmek üzere dışarı çıkınca ancak rahatlayabildim.
               Dursun Teyze, yemekten sonra, biraz kestirdi. Uyanınca da, gemici fenerini aldı, yaktı ve yalnızlığı ile baş başa kalmak üzere çekip gitti evine…
          Yıllar sonra, İstanbul’a yükseköğrenim için gittiğim zaman duydum, Dursun Teyze’nin çadırını söktüğünü, yükünü sardığını ve göçüp gittiğini. Yıl 1967 olmalı…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder