Yaz gelince sivrisinekler cirit atardı Gilindire’de. Bu
nedenle ilkyazda göçülürdü yaklaşık bin metre rakımdaki bir vadide kurulmuş
Irmasan yaylasına. Koyağın her iki
yamacında küçük sekiler, meyve ağaçları ve üzüm bağları vardı. Yakalara
serpiştirilmişti evler. Herkesin evi de kendi bağındaydı. Tek gözlü, toprak
damlı taş evler. Her birinin önünde, üstüne pelit dalları atılmış, yanları yine
pelitle örülü talvar denilen bir gölgelik. Elektrik de yoktu, su da.
Aşağılardaki pınarlardan bakır helkelerle getirilirdi içme ve kullanma suyu.
Kışlık
yiyeceğin büyük bir bölümü yaylalardan temin edildiği için halkın hemen hemen
hepsi yazın Irmasan’a, Libas’a ve Şeyhömer’e göçerdi. Orada sergi zamanı üzüm
kurutulur, bulgur pişirilir, fasulye, erik, elma ve armut kakı yapılır ve tüm
bunlar toprak damlara serilirdi. Bağ bozumunda, üzümler kesilir ve sepetlerle
şıhranaya (şırahane) taşınır, üzümler çiğnenir, elde edilen şıra iri pekmez
tavalarında kaynatılırdı. Kışın gelen misafire cevizli akide ikram etmek
gelenekten olduğu için, tavada bir miktar pekmezi daha fazla kaynatırlar
böylece bazen koyuluğundan içinde tahta kaşık kırılan akide yaparlardı.
Pekmezler derilere konur birkaç kez merkeplerle Gilindire’ye taşınırdı.
Yük gemisi iki haftada bir uğrardı Gilindire’ye. İşte böyle zamanlarda bir
hareketlilik gözlenirdi iskelede. Bunun dışında kasaba, hayalet kente dönerdi.
Birkaç memur ve esnaftan başka kimse kalmazdı sahilde.
Geminin getirdiği tekel maddesi, gazyağı ve kalay, kayıklarla taşınırdı
kıyıya. Boşaltılan yükün yerine de mevsimine göre üzüm, pekmez ve harnup
yüklenirdi. Hamalların, tekne sahiplerinin cebi ancak o zaman para görürdü.
Gemi umuttu, işti, aştı kasabalılar
için. Gelişi kasabada bayram havası
estirirdi. Tekneciler, sandalcılar, hamallar dört gözle beklerdi onu.
Veresiyeciler de, “Vapur gelince öderim” diyerek ikna ederdi bakkalı, kasabı.
Haber bile salınırdı yaylaya göçenlere, gemiden onlar da nasiplensinler diye. Yük gemisinin geleceği duyulunca
erkekler, altlarında eşekleri, yayladan gece yarısı, ayışığında ya da
karanlıkta yola çıkardı.
Çocuklar, yeniyetmeler, gençler, belinde
azık, elinde sukabağı, sabahın köründe sığır gütmek için yollara düşerdi. Akşamı
da dört gözle beklerlerdi bir araya gelip gıncırdağa binmek için.
Hayvanları bağlarlar, yemeklerini yerler sonra da koşarlardı Bozuk bağa.
Çalılar toplanır, ateşler yakılırdı. Bir cayırtı
koyuverirdi havaya yükselen alevler. Bu bir çeşit haberleşmeydi yayladaki
gençler arasında. Ateşi gören koşup gelirdi. Sürekli çalı çırpı, dal, odun
atılırdı ateş harlı olsun diye. Bir kızıllık çökerdi karanlık vadiye. Çevreden,
kurt ulumaları, çakal pavkırmaları, köpek havlamaları karışırdı onların
gürültüsüne...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder