20 Şubat 2014 Perşembe

IRMASAN YAYLASI




             Yaz gelince sivrisinekler cirit atardı Gilindire’de. Bu nedenle ilkyazda göçülürdü yaklaşık bin metre rakımdaki bir vadide kurulmuş Irmasan yaylasına.  Koyağın her iki yamacında küçük sekiler, meyve ağaçları ve üzüm bağları vardı. Yakalara serpiştirilmişti evler. Herkesin evi de kendi bağındaydı. Tek gözlü, toprak damlı taş evler. Her birinin önünde, üstüne pelit dalları atılmış, yanları yine pelitle örülü talvar denilen bir gölgelik. Elektrik de yoktu, su da. Aşağılardaki pınarlardan bakır helkelerle getirilirdi içme ve kullanma suyu.
   Kışlık yiyeceğin büyük bir bölümü yaylalardan temin edildiği için halkın hemen hemen hepsi yazın Irmasan’a, Libas’a ve Şeyhömer’e göçerdi. Orada sergi zamanı üzüm kurutulur, bulgur pişirilir, fasulye, erik, elma ve armut kakı yapılır ve tüm bunlar toprak damlara serilirdi. Bağ bozumunda, üzümler kesilir ve sepetlerle şıhranaya (şırahane) taşınır, üzümler çiğnenir, elde edilen şıra iri pekmez tavalarında kaynatılırdı. Kışın gelen misafire cevizli akide ikram etmek gelenekten olduğu için, tavada bir miktar pekmezi daha fazla kaynatırlar böylece bazen koyuluğundan içinde tahta kaşık kırılan akide yaparlardı. Pekmezler derilere konur birkaç kez merkeplerle Gilindire’ye taşınırdı.
          Yük gemisi iki haftada bir uğrardı Gilindire’ye. İşte böyle zamanlarda bir hareketlilik gözlenirdi iskelede. Bunun dışında kasaba, hayalet kente dönerdi. Birkaç memur ve esnaftan başka kimse kalmazdı sahilde.
              Geminin getirdiği tekel maddesi, gazyağı ve kalay, kayıklarla taşınırdı kıyıya. Boşaltılan yükün yerine de mevsimine göre üzüm, pekmez ve harnup yüklenirdi. Hamalların, tekne sahiplerinin cebi ancak o zaman para görürdü.
           Gemi umuttu, işti, aştı kasabalılar için.  Gelişi kasabada bayram havası estirirdi. Tekneciler, sandalcılar, hamallar dört gözle beklerdi onu. Veresiyeciler de, “Vapur gelince öderim” diyerek ikna ederdi bakkalı, kasabı. Haber bile salınırdı yaylaya göçenlere, gemiden onlar da nasiplensinler diye. Yük gemisinin geleceği duyulunca erkekler, altlarında eşekleri, yayladan gece yarısı, ayışığında ya da karanlıkta yola çıkardı.
            Çocuklar, yeniyetmeler, gençler, belinde azık, elinde sukabağı, sabahın köründe sığır gütmek için yollara düşerdi. Akşamı da dört gözle beklerlerdi bir araya gelip gıncırdağa binmek için.
   Hayvanları bağlarlar, yemeklerini yerler sonra da koşarlardı Bozuk bağa. Çalılar toplanır, ateşler yakılırdı. Bir cayırtı koyuverirdi havaya yükselen alevler. Bu bir çeşit haberleşmeydi yayladaki gençler arasında. Ateşi gören koşup gelirdi. Sürekli çalı çırpı, dal, odun atılırdı ateş harlı olsun diye. Bir kızıllık çökerdi karanlık vadiye. Çevreden, kurt ulumaları, çakal pavkırmaları, köpek havlamaları karışırdı onların gürültüsüne...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder