Gilindireliler yöredeki diğer insanlar gibi tarım ve hayvancılıkla
geçinirdi. Balıkçılık ya da ticaretle uğraşanlarsa bir elin parmakları kadardı.
Gilindireliler de yoksuldu, civardaki köylüler de. Ama yokluk içinde
olduklarını hiç de belli etmezlerdi. Yokken bile var derlerdi. Farklıydı o
yılların insanları. İçtendi davranışları, sahte değildi gülüşleri. Yoktu art
niyetleri. Gönül dostuydu, kara gün dostuydu onlar. Onurluydular; istemeyi ve
muhtaç duruma düşmeyi hiç sevmezlerdi. Yok demenin ayıp ve küçültücü sayıldığı
o yıllarda insanlık vardı, hatır gönül vardı, dostluk vardı, konukseverlik
vardı. Hiçbir beklenti yoktu, ‘almak için vermek gerekir’ diye bir düşüncenin
esamisi bile okunmazdı.
O insanlar yeşil kart, kömür torbası ve erzak dağıtılan
günlerde yaşamadılar. Hep verdiler devlete; imeceye girdiler, vergi ödediler.
Yoksullardı ama yine de devlete el açmadılar. En yoksulları bile çalmadı devlet
kapısını. Alın terinden beklediler ne istedilerse. Erken yaşlanıp erken öldüler
ama insanlığı yaşattılar. Ürettiler, dağıttılar ve paylaştılar. Ağa dediler
birbirlerine. Ağırladılar, ağırlandılar onurlarıyla.
O günlerin insanı, veren elin alan elden daha üstün olduğunu
çok iyi bilirdi. “Vallahi bende de yok” demez, boşuna yemin etmezdi. Camiye yüz
metre kalarak sıvamazdı kollarını ve de oraya inandığı için giderdi,
birilerinin safında görünmek için değil. Tertemizdi yürekleri. Onlardı
insanlığı, dostluğu, dayanışmayı, sevgi ve saygıyı yaşatan, destanlaştıran.
Onlardı özü de sözü de bir olan.
Ben de bu insanların yaşadığı yerde ve zamanda doğmuş
olmaktan, onları tanımaktan hep gurur duydum. Ama gün oldu, devran döndü. O insanlar teker teker çekip gitti. Gelenler
de onların yerini tutamadı. Tüm yurtta olduğu gibi orada da almaya gelince
koşan, vermeye gelince kaçan bir kuşak türedi. Ver elini diyene uzatılmaz oldu
eller ama al elimi diyene çoğaldı sarılanlar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder