Gilindire evleri genellikle tek
katlı, düz toprak damlı taş evlerdi. Tavanlarında, duvardan duvara mertekler
uzatılır, üstüne pardı döşenir ve pür ile kaplandıktan sonra toprakla örtülür ve
loğlanırdı. Duvarlar çamurla sıvanırdı. Taban, ev sahibinin ekonomik durumuna
göre değişirdi; kimi toprak kimiyse tahta döşeliydi. Evler genellikle iki oda
ve küçük bir sofadan oluşurdu. Odalar holün sağ ve solunda musandıra denilen
3x3 ebadında ahşap bölmelerle ayrılırdı.
Odalardan birinde bir ocaklık
bulunurdu. Yemek bu odada pişirilir, burada yenilirdi. Kasabada elektrik yoktu.
Ocağın üstündeki tahta lambalıkta duran gaz lambasıyla aydınlanırdı oda.
Yere genellikle çul sererler, duvar
diplerinde küçük minderler ve arkalarında ucu oymalı yastıklar ya da içine
hasır basılmış halı yastıklar bulunurdu. Yerde yatılır sabahleyin yataklar
toplanıp yüklüğe kaldırılırdı.
Tuvalet, bahçenin bir köşesinde
derme çatma, çoğunun kapısında da bir çul parçası. Bahçede bazen evin altında
ahır ve samanlık bulunurdu. İki katlı evlerin üst katında tahta balkon ve bir
kenarında ise dama çıkmak için bir merdiven vardı.
O yıllarda her aile ekmeğini
kendisi yapardı. Kadınlar hamur yoğurur, ekmek yapardı. Yapamayan ya da parası
olan fırından satın alırdı ekmeğini.
Evlerde su da yoktu. Kullanma suyu
kuyulardan, içme suyu ise çarşıdaki çeşmeden testilerle getirilirdi.
Büyükalan ve Küçükalan tarıma
ayrılmıştı. Buralarda arpa, buğday, mercimek ve burçak ekilirdi. Erkeklerin
çoğu işsizdi; kimi çarşıda Gülnar’dan kum yüklemeye gelecek kamyonu bekler,
kimi balığa çıkar kimi ise kahvehanelerde kâğıt oynardı.
Tarlada genellikle hanımlar ile
delikanlılar çalışırdı; hayvanlarla uğraşmak da onların işiydi.
Gilindire’de
fakir ve zengin sayısı oldukça azdı. Her aile kendi yağıyla kavrulur, geçinip
giderdi. Komşuluk ilişkileri çok iyi düzeydeydi. Birisi ödünç bir şeyler
istemeye geldiği zaman, geri çevrilmezdi.
Telefon
yoktu, okuryazar azdı. Bir kişi, emanet bir şey ya da borç para istediği zaman,
kendisi gidemezse, kendisine ait ve karşı tarafın tanıyabileceği ( kol saati,
mendil, tespih, kimlik vb.) bir eşyasını bir aracı ile gönderirdi. Aracı bu
eşyayı karşı tarafa ulaştırır ve gönderen kişinin selamını ve ne isteğini
söylerdi. Aracının getirdiği nesneye dutu denilirdi. İhtiyaç giderilir ve dutu
iade edilirdi. Dutuyu geri göndermemek çok ayıptı ve görgüsüzlük olarak kabul
edilirdi.
Sayısı
oldukça az olan esnafın da halk ile ilişkileri çok iyiydi. Alışverişlerde söz yeterli ve
geçerliydi. İnsanların birbirine güveni
tamdı. “Söz, namustur” ilkesinden asla vazgeçilmezdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder