20 Şubat 2014 Perşembe

KARANLIKTAKİ SUSUZ GİLİNDİRE



           Gilindire evleri genellikle tek katlı, düz toprak damlı taş evlerdi. Tavanlarında, duvardan duvara mertekler uzatılır, üstüne pardı döşenir ve pür ile kaplandıktan sonra toprakla örtülür ve loğlanırdı. Duvarlar çamurla sıvanırdı. Taban, ev sahibinin ekonomik durumuna göre değişirdi; kimi toprak kimiyse tahta döşeliydi. Evler genellikle iki oda ve küçük bir sofadan oluşurdu. Odalar holün sağ ve solunda musandıra  denilen 3x3 ebadında ahşap bölmelerle ayrılırdı.
Odalardan birinde bir ocaklık bulunurdu. Yemek bu odada pişirilir, burada yenilirdi. Kasabada elektrik yoktu. Ocağın üstündeki tahta lambalıkta duran gaz lambasıyla aydınlanırdı oda.
Yere genellikle çul sererler, duvar diplerinde küçük minderler ve arkalarında ucu oymalı yastıklar ya da içine hasır basılmış halı yastıklar bulunurdu. Yerde yatılır sabahleyin yataklar toplanıp yüklüğe kaldırılırdı.
Tuvalet, bahçenin bir köşesinde derme çatma, çoğunun kapısında da bir çul parçası. Bahçede bazen evin altında ahır ve samanlık bulunurdu. İki katlı evlerin üst katında tahta balkon ve bir kenarında ise dama çıkmak için bir merdiven vardı.
O yıllarda her aile ekmeğini kendisi yapardı. Kadınlar hamur yoğurur, ekmek yapardı. Yapamayan ya da parası olan fırından satın alırdı ekmeğini.
Evlerde su da yoktu. Kullanma suyu kuyulardan, içme suyu ise çarşıdaki çeşmeden testilerle getirilirdi. 
Büyükalan ve Küçükalan tarıma ayrılmıştı. Buralarda arpa, buğday, mercimek ve burçak ekilirdi. Erkeklerin çoğu işsizdi; kimi çarşıda Gülnar’dan kum yüklemeye gelecek kamyonu bekler, kimi balığa çıkar kimi ise kahvehanelerde kâğıt oynardı.
Tarlada genellikle hanımlar ile delikanlılar çalışırdı; hayvanlarla uğraşmak da onların işiydi.
Gilindire’de fakir ve zengin sayısı oldukça azdı. Her aile kendi yağıyla kavrulur, geçinip giderdi. Komşuluk ilişkileri çok iyi düzeydeydi. Birisi ödünç bir şeyler istemeye geldiği zaman, geri çevrilmezdi.
Telefon yoktu, okuryazar azdı. Bir kişi, emanet bir şey ya da borç para istediği zaman, kendisi gidemezse, kendisine ait ve karşı tarafın tanıyabileceği ( kol saati, mendil, tespih, kimlik vb.) bir eşyasını bir aracı ile gönderirdi. Aracı bu eşyayı karşı tarafa ulaştırır ve gönderen kişinin selamını ve ne isteğini söylerdi. Aracının getirdiği nesneye dutu denilirdi. İhtiyaç giderilir ve dutu iade edilirdi. Dutuyu geri göndermemek çok ayıptı ve görgüsüzlük olarak kabul edilirdi.

Sayısı oldukça az olan esnafın da halk ile ilişkileri çok iyiydi.  Alışverişlerde söz yeterli ve geçerliydi.  İnsanların birbirine güveni tamdı. “Söz, namustur” ilkesinden asla vazgeçilmezdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder