1960’lı
yılların ortalarıydı, Silifke’de lisede okuyordum. O yıllarda çok Fransız
turist gelirdi Gilindire’ye. Yazın ben de onların peşinde koşardım, öğrendiğim
yabancı dilimi uygulamak, pekiştirmek için.
Anamur-Silifke yolu, yeni açılmış ve
deniz kenarından geçiyordu. Yol üzerinde de Yaşar Taner’in bir lokantası vardı.
İşte o lokantada, o yıllarda tanışmıştım Fransız Charles ile. Fizikçiydi ama asistan mıydı değil miydi onu
pek anımsamıyorum.
İlişkimiz kesik kesik de olsa sürdü.
1970’li yılların ortalarında sık sık tatile gelirlerdi ailecek. Dönüşlerinde Ankara’da
bize uğrarlardı. Daha sonraları arkadaşlığımız kesintisiz sürdü. Her yılbaşında
posta ile bize armağanlar yollarlardı, özel günlerimizde de telefonlaşırdık.
İhtiyaç duyduğum ve Türkiye’de bulamadığım kitapları alıp gönderirdi bana. Yaz
tatilini Türkiye’de geçirecekse, mutlaka Aydıncık’ta geçirir ve bu süre
zarfında da birlikte olurduk. Onun çocukları ile benimkiler birlikte yüzer,
eğlenir ve oynarlardı. Birbirimize saygı ve sevgi duyan iki kardeş gibiydik.
1985 yılında Fransa’ya gittiğim
zaman bir hafta kadar beni Rouen’daki evinde ağırlamış; öğretim üyeliği yaptığı
üniversiteye götürüp arkadaşlarıyla tanıştırmıştı. Karısı da, eşime ve
çocuklarıma hediyeler yollamıştı.
1992 yazında Fransız Kültür Bakanlığı tarafından Paris’e davet
edildiğimde, beni evine çağırdı ve Normandiya bölgesinin gezilip görülecek
yerlerine götürdü, Seine nehri kıyısında güzel bir lokantada öğle yemeği yedik.
Akşamüstü eve döndük. Bahçesinde itilerek açılıp kapanan ahşap bir giriş
kapısı vardı. Arabadan indim ve kapıyı açtım. Arkadaşım arabası ile içeri girdi
ve park etti. Kapıyı kapatayım mı diye sordum. Verdiği cevap karşısında şaşırıp
kalmıştım: “Lütfen kapat, bakarsın bir
Türk girer.” Ben de ona kapatmaya gerek kalmadı, çünkü Türk içeride deyince
utancından kıpkırmızı kesildi ve özür üstüne özür diledi. “Bu, bizim dilimizde
bir deyim, seninle hiç ilgisi yok” dedi. Ben de üzerine gitmedim. Arkadaşım da
bu sözü kullandığına bin kere pişman olmuştu.
Benim Paris’teki işim henüz bitmemişti. Bir hafta daha kalmam
gerekiyordu. Onlar yaz dinlencesi için ağustos ayında Aydıncık’a gideceklerdi
ve benden on gün kadar önce yola çıktılar.
Ayın ortasına doğru biz de geldik. Çoğu zaman birlikte yiyip içiyorduk. Bir
gün onları akşam yemeğini davet ettik. Hep birlikte lokantada yiyecektik. Biz
onlardan önce vardık ve masanın düzenini kontrol ettik, eksik olup olmadığına
baktık. Her şey istediğimiz gibiydi. Arkadaşım nedense geç kalmıştı. Yanlarına
gittim. Onlar da çıkmak üzereymiş. Araba açık, çadır açık, yola düştüler.
Charles, her şey ortada; bakarsın bir Türk geliverir dedim. Dönüp bana
şöyle bir baktı ve “Mustafa, senden kaç kez özür dileyeceğim? Hatırlatmak
zorunda mısın” dedi. Omzunu şöyle bir tıpışladım ve yürüdük lokantaya
doğru…